ÖZEL DOSYA | Diyarbakır Sur’da tarihi yıkım ve sahte tarih yazımı
Haber: HİCRAN CENGİZ
Diyarbakır’ın Suriçi bölgesinde 2015 Eylül’ünde askeri operasyonlar başlamıştı. Sivil ölümlerin de yaşandığı çatışmalar nedeniyle bölge tamamen boşaldı. İnsan hayatına ve günlük yaşama darbe vuran bu süreç, Sur’un tarihi dokusunu da tahrip etti. Çatışmaların hemen öncesinde 4 Temmuz 2015’te UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınan Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçeleri yıkımdan sonra eski haline dönemedi. Yıkılan ve zarar gören yapıların onarımları esnasında da tarihsel dokuya zarar veren gelişmeler yaşandı.
Sürecin daha başında pek çok soru işareti ortaya çıktı. Suriçi’nde yıkım sonrasında toplanan ve çoğunu bazalt Diyarbakır taşı oluşturan hafriyat ne oldu? Ne kadar hafriyat toplandı, nereye döküldü? Taşıma işleminde sorumlu kurum ve kişiler bölgenin özel durumuna hakim miydi? Bölgedeki tescilli yapıların yeniden imarında orijinal dokular korunabildi mi? Yerlerinden edilen bölge sakinlerinin barınma sorunu ve kayıplarının tazminine ilişkin sorunlar çözülebildi mi?
Sur’da henüz kısıtlamalar ve çatışmalar devam ederken ortaya çıkan bu sorunlar karşısında istenen sonuçlar alınamadı. Diyarbakır’ın tarihi sembollerinden Dört Ayaklı Minare önünde “sürecin sonlandırılması ve kültürel mirasın korunmasına vurgu yapmak” amacıyla gerçekleşen basın açıklaması oldu. Sur sakinlerinin ve STK’ların açıklamada kültürel varlıkların tahribinin son bulması vurgusu da yer alıyordu. Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi, burada yaptığı konuşmanın ardından Dört Ayaklı Minare önünde öldürüldü.
YENİ İMARIYLA SUR: KENT-KIRIM PROJESİ
“Suriçi Bölgesi Koruma Amaçlı İmar Planı” olarak başlatılan imar uygulamaları çatışmalı süreçle birlikte bir kent-kırım projesine dönüştü. Suriçi bölgesinde 2012’de başlayan yeni imarlaşmanın öyküsünü ve toplumsal hafızaya etkilerini Şehir Plancısı Dilan Kaya Taşdelen ile görüştük. Suriçi’nin bir kaç özgün yanı olduğunu vurgulayan Taşdelen, bunları şöyle sıralıyor: “Birincisi, kentin çok eski bir yerleşim yeri olması. İçkale’de başlayan ilk yerleşim Hevsel ile bütünlüğünü korumuş ve kent tarihi düşünüldüğünde yaşam kesintiye uğramadan bugüne gelmiş ve birçok kültüre ev sahipliği yapmış. İkinci durum ise, çatışmalı süreç ile Sur sakinlerinin aslında yerinden edilme pratiğini ikinci kez yaşıyor olması. Sivil toplum kuruluşlarının saha çalışmaları ve muhtarlıkların ikamet veri gösteriyor ki Sur’dan çıkılıp Yenişehir’e yerleşme 1950’lerde başlamış. İkinci dalga olarak Suriçi’nde yaşayanların ve çatışmalı süreçte yerinden edilenlerin çoğu 90’larda köy boşaltmaları sırasında ya da sonrasında dolaylı olarak çevre köylerden Sur’a göçmüş ve burada sosyal, ekonomik anlamda kent yaşamını kurgulamış insanlar.”
Kısmen ödeme alan aileler olduğunu, anahtar teslimi yapılan mülk sahiplerinin mevcut yapılaşmada yaşamlarını sürdürmeleri mümkün olmadığı için evlerini satışa çıkardığını duyduklarını aktaran Dilan Kaya Taşdelen, “Yapılan planda geleneksel sokak dokusunu bugüne kadar koruyabilmiş Yenikapı Sokak gibi özgün yerlerdeki konut yoğunluğunun ticari alana çevrilmesi söz konusu. Bu örneklerde yapı mülk sahiplerine geri verilmiyor, ticari alan gösterildiği için karşılığını ödemeyi kabul etseniz bile yapıyı satın alamıyorsunuz. Yeni imarlaşmada sur sakinleri tam anlamıyla kendi yaşam alanlarına ve topraklarına dönemeyecekler” diyor.
“GÜVENLİK” ODAKLI BİR KENT PLANI
Suriçi’nde çatışmalı sürecin bitmesiyle, 21 Mart 2016 tarihinde Bakanlar Kurulu kararı ile taşınmaz mallar üzerinde alınan “acele kamulaştırma” kararı sadece çatışmanın yaşandığı alan değil, Suriçi’ndeki toplam alanın yüzde 82’sini kapsıyor. Geriye kalan alan ise daha önceki kentsel dönüşüm sürecinde kamulaştırıldığından Suriçi’nin tamamı kamulaştırılmış oluyor.
Dilan Kaya Taşdelen, Suriçi’ndeki ilk plan revizyonunda 6 bölgenin karakol bölgesi olarak belirlendiğini belirterek, Şehir Plancıları Odası Diyarbakır Şubesi’nin 2017’de “Suriçi’ndeki sokak dokusunu bozacak yönde bir karar olduğu” için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na dava açtığını hatırlatıyor. Yeni plana karşı açılan bu dava, “güvenlik konusuna öncelik verilmesi” nedeniyle kaybediliyor. Dilan Kaya Taşdelen, yeni imarlaşmada güvenlik odaklı bir yaklaşım izlendiğini, imar planı bile çıkartılmadan güvenlik noktalarının belirlendiğini dile getiriyor: “Kentsel sit alanı olan Sur’un bir turizm merkezi olarak kurguladığı çok belli çünkü ticari ve konut alanı dengesine ya da imarların fonksiyon tanımlamalarına bakıldığında burada gündelik yaşamın konut odaklı akmasına pek olanak sağlanmadığı görülüyor. Mesai saatleri dışında ölü şehir gibi boşalan ve konutlaşmanın olmadığı alana döndürme niyeti bu planda okunabilir. Suriçi’nde yapılan çalışmaların kentteki çatışma ve sorunların çözümüne odaklanmak yerine olası çatışmalar için kent planını araçsallaştırdığını görüyoruz. Aslında kent planı toplumsal adaletin ya da kent çıkarı gözetilerek toplumun barış içinde yaşamasına bir araç iken Sur gibi örneklerde imar planları, iktidarın kendi alanını kollama ve olası çatışma süreçlerinde kendi kazanım alanlarını arttırmaya dönüşmüş durumda.”
Suriçi’ndeki yerinden edilme süreci kent sakinlerinin tekrar evlerinde yaşam kuramayacağı bir biçimde ilerlerken, Taşdelen’e göre yeni yapıların fiziki dokusu, ekonomik karşılığı ve oluşturduğu yeni insan dokusu yerinden edilen grubun bütün tutunma noktalarını yok ediyor. Suriçi bölgesinde kültürün ana taşıyıcısı olan insan bütünüyle devre dışı kalıyor, ortaya turizm odaklı, özgünlükten uzak bir Suriçi çıkıyor.
TESCİLLİ VE TESCİLE DEĞER YAPILAR YIKILDI
Suriçi’nde çatışmaların yaşandığı bölgeye sonradan girişin yasaklanması da tahribatın boyutlarını artırdı. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) gibi teknik olarak alana hakim kurumlar veya Sur Belediyesi çalışanları bölgeye sokulmadı. Suriçi’nde hafriyat atımı adı altında başlayan süreçte bölgenin zemini arkeolojik katmanlara kadar kazıldı. Bu durum, yer üstündeki kent hafızasının yanında bölgenin yer altında kalmış eserleri de yok edilmesi anlamına geliyor.
Sur bölgesindeki yeni imarlaşmada tescilli ya da tescille değer yapıların önemli bölümü yıkılırken, bürokratik kısmındaki eksiklikler ya da işlemlerin gerektiği gibi yapılmadığı pek çok örnek yaşandı. Dilan Kaya Taşdelen bu süreci şöyle özetliyor: “TMMOB heyeti olarak 2020’de alana girildiğinde tescilli 30-40 yapı üzerinden gözlemler yapıldı. Mesela Paşa Hamamı restore edildi bu süreçte ama Paşa Hamamı’nın parsel sınırları korunmadı. Önündeki dükkanları kendiyle bütünleşik avlusunu yola kattılar. Sadece binasını koruduğu için bu tam bir koruma değil. Bu durum alandaki birçok anıtsal yapı için de geçerli. Tescilli yapı parsel sınırlarıyla ve diğer yapılarla kurduğu ilişkiyle bütünlüklü olarak ele alınmalı. Kentsel sit gibi alanlarda yapı tescilli değilse bile sokağa verdiği özgün dokusuyla tescile değer yapı olarak ele alınmalıdır. Sur’da bu durumdaki yapılar da yıkım sürecinde tahrip oldu.”
Mimarlar Odası Diyarbakır Şubesi verilerine göre Sur’da toplam 4985 bina hasar gördü. Acil kamulaştırma yapılan altı mahalledeki tüm yapılar yıkıldı, yerlerine 500 konut ve 200 iş yeri yapıldı.
Hendek olayları sırasında 5 bin 440 aile Sur’dan göç etti. Yaklaşık 30 bin kişi, bir gün geri dönebilmek umuduyla şehrin farklı yerlerine taşındı. Ancak yapılan konut sayısı, göç eden ailelerin yüzde 10’una bile yetmeyecek düzeyde.
Diyarbakır Müze’sinden emekli olan ve uzun yıllar Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzajı Alan Başkanı olarak görev yapan Nevin Soyukaya, uydu fotoğrafları üzerinden kadastral planı çakıştırarak yaptıkları karşılaştırmada 1800’e yakın yapının yıkıldığını tespit ettiklerini açıkladı. Soylu kaya, Sur’da 100’e yakın çevresel yapı, 40 küsur tescilli yapının da yıkıldığını aktardı.
YOK OLUŞ VE “SAHTE TARİH” YAZIMI: AVNİ BEY KONAĞI
Sur bölgesine geri dönüşlerin başlamasıyla Sur sakinlerinin ilk tepkisi bıraktıkları hiçbir şeyin aynı olmaması, hatta yerinde bile olmaması ile ilgiliydi. Şehrin ve sakinlerinin tarihinin yok edildiği bu sürece, “sahte tarih” yazımı da eklendi. Kentin hafızası yok edilirken yeni yapılar da bir yandan tarihi yanlış lanse edecek biçimde, hatta “sahte tarih” kurgulanarak inşa edildi.
Çatışma alanı dışında kalan bölgedeki Kemikli Evi diye bilinen işletme bu açıdan önemli bir örnek oluşturuyor. Bu yapının yerinde daha önce küçük bir sağlık ocağı bulunduğu biliniyor. Dilan Kaya Taşdelen çatışmalı süreç sonrasında dahi yerinde olan sağlık ocağının yıkılıp yerine “Avni Bey Konağı” denilen bir yapı inşa edildiğini söylüyor. Bu yapının hafriyattan elde edilen eski taşlarla yapıldığını dile getiren Taşdelen, “Üzerine Avni Bey Konağı yazan işletme yerleştirildi. Avni Bey’in kim olduğu konusu tartışılıyor ve Kemikli Evi işletmesinin sahiplerinin babası olduğu esnafça biliniyor. Bu her anlamda sıkıntılı bir durum yaratıyor. Mimari açıdan kaçak bir yapı, sahte bir tarih üretimi ve ciddi anlamda kent hafızasının manipülasyonu söz konusu” diyor.
Uzmanların “sahte tarih üretimi” dediği yapıyla Avni Bey Konağı ile ilgili “Sur’un tarihi dokusu içerisinde hizmet vermeye başlayan Kemikli Evi açıldı” şeklinde haberler yapıldı, Kemikli Evi’nin 1955 yılından faaliyette olduğu, tarihi mekanın ise 1850 yılında yapıldığı yazıldı.
SUR ARTIK SUR DEĞİL, TOLEDO HİÇ DEĞİL
Özgün Diyarbakır evleri, bazalt taşlardan çeperi olmayan avlularla komşu evlerle birleşen yapılardı. Avluları birbirine bakan küçük pencereli evlerde yaşayanların deneyimlediği Sur’da, ortak avlu kullanımlı, paylaşımlı evlerde genellikle akrabalar yaşıyordu. Küçücük kapılarıyla dışa kapalı sokaklara açılan geleneksel Diyarbakır evleri çoğunlukla tek katlıydı. Bugün anahtar teslimlerinin ya da tapu sorunların konuşulduğu yeni Sur’da şöyle bir sorun daha var: Kadastral haritalarda parsel metrekare sorunlarının olduğu bölgeye ait güncel verilerin olmaması. Bu haritaların ya da imar planlarının güncel olmamasının yanı sıra ev bahçelerindeki imarlar da kayıt altına alınmıyor ve yeni imarlaşmada bu alanlar tazmin edilecek metrekare hesaplamasına dahil edilmiyor. Yeni evlerin yaşam pratiği ve ev dokusu Sur’da geleneksel yaşam tarzının bir daha “kendini” var etmesine olanak tanımıyor. Yabancılaşma burada başlıyor.
Dönemin Başbakanı Davutoğlu’nun 124 gündür sokağa çıkma yasağının devam ettiği Sur’a geldiği 1 Nisan 2016 günü yaptığı açıklama dikkat çekici. Suriçi’nin yerine inşa edilecek yapılara ilişkin olarak, “Bu olaylar yaşanmamış olsaydı bile kentsel dönüşümün yapılması gereken yerlerdi. Sur, Silopi, Nusaybin ve benzer yerlere insanca yaşanabilecek konutlar yapılabilecek. Tescilli Diyarbakır evleri, camiler, kiliseler, hanlar Diyarbakır’ın mimari dokusuna hiçbir zarar vermeden restore edilecek. Sur’u öyle inşa edeceğiz ki aynen Toledo (İspanya) gibi mimari dokusuyla herkesin görmek istediği bir yer haline gelecek” dedi.
SUR BÖLGESİNDE CEZAEVİ MİMARİSİ!
Toledo bir yana, Sur’un eski halinde de eser kalmadı. İnşa edilen yeni yapılarda cezaevi mimarisi kullanıldı. Mezopotamya Ajansı’nın Temmuz 2021’de edindiği görüntülerde, halen birçok yapının yıkımına devam edildiği ve bazı tarihi yerlerin restore edildiği görülüyor. Tek tip ve tek renk yapılan evlerde kullanılan mimari model dikkat çekiyor. Surlara yakın yerde inşa edilen evlerin kapılarının tek avluya çıkması ve etraflarının tamamen kapalı olması cezaevinde kullanılan mimari planına benziyor.
Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan evler ve avularından eser yok. Her birinin ortasına birer ağacın dikildiği avlular, F ve S Tipi cezaevlerinın avluları gibi inşa edilmiş. Pencerelere korkuluk takılı olması avlulara bakınca dört duvar arasında hapsedilmiş hissi uyandırıyor. Her evin ikinci katından, ince duvarlarla bölmelere ayrılmış tüm avluları ve diğer evlerin içlerini görmek mümkün. Tek tip ve tek renk evlerin ilk katının dış cepheleri, “Diyarbakır Evleri” benzetilmek amacıyla bazalt kaplama taşlardan yapılmış. İkinci katlarının dış cepheleri beyaz boyayla boyanan evlerin genişliği ve oda sayısı bloktan bloğa değişiyor. Yeni yapılmasına rağmen şimdiden evlerin alt kısımlarındaki laminant parkeler şişmiş durumda. Bazı evlerin lavabosu sallanırken, bazı evlerin ise pencere tahtaları kırılmış.
Mimarlar Odası Diyarbakır Şubesi Eşbaşkanı Ferit Kahraman bu durumu, “Tek tipleştirme zihniyetinin bir görüntüsü” olarak yorumluyor.
KRONOLOJİ: ADIM ADIM SUR’DA NE OLDU?
4 Temmuz 2015: Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçeleri UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesine alındı. Bu bilgiyi hükümet adına Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik duyurdu.
6 Eylül 2015: İlk hendek ve barikatlar 2015 Eylül’ünde kazılmaya başlanırken, ilçede 6 Eylül günü ilk sokağa çıkma yasağı ilan edildi, sonraki gün kaldırıldı.
13 Eylül 2015: Diyarbakır’ın Sur ilçesinde ikinci kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Bu ikinci yasak iki gün sürdü. Kolluk güçleri kısmen operasyonlar düzenledi, ancak hendek ve barikatlardan dolayı mahalle içlerine giremedi. Sokağa çıkma yasakları cami hoparlörlerinden duyurulmaya başlandı.
28 Kasım 2015: Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi, saat 11.00’da Diyarbakır Dört Ayaklı Minare’nin önünde basın açıklaması yaptıktan birkaç dakika sonra, öldürüldü. Tahir Elçi vurulmadan önce, “Bu tarihi bölgede; birçok medeniyete beşiklik etmiş, evsahipliği yapmış bu kadim bölgede; insanlığın bu ortak mekanında silah, çatışma, operasyon istemiyoruz. Savaşlar, çatışmalar, silahlar, operasyonlar bu alandan uzak olsun, diyoruz” demişti. Cinayetin ardından dördüncü kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi, iki gün sürdü.
2 Aralık 2015: Sur’daki beşinci ve son sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Dünyanın en uzun sokağa çıkma yasağı olarak kayıtlara geçti.
11 Aralık 2015: Sokağa çıkma yasağına 17 saatlik bir ara verildi. Binlerce insan özel timlerin arasından geçerek Sur’u terk etti.
7 Aralık 2015: Yasağın devam ettiği Fatihpaşa Mahallesinde bulunan 500 yıllık Kurşunlu Camii’nde topa ateşi sonucu yangın çıktı.
27 Ocak 2016: Sokağa çıkma yasağı altı mahallenin dışında genişletilerek, çatışmaların olmadığı, Melikahmet Caddesi ve beş mahalleyi daha kapsamaya başladı (Abdaldede, Alipaşa, Lalebey, Süleyman Nazif ve Ziya Gökalp mahalleleri). Altı gün sonra bu mahallelerde yasak kaldırıldı, ancak ev ve işyerinde yağmalama olayları görüldü.
9 Mart 2016: Saat 16.00 itibariyle Sur’da operasyonlar sona erdi.
10 Mart 2016: Çatışmalarla bir kısmı tahrip olan Sur’un kalan kısmında yıkım başladı. Yasağın devam ettiği 6 mahalleye kepçe ve kamyonlar girildi.
21 Mart 2016: Çıkarılan Bakanlar Kurulu kararı ile Sur’un yüzde 82’si “kamu düzeni” gerekçe gösterilerek kamusallaştırıldı.
29 Mart 2016: Diyarbakır Barosu, “acele kamulaştırma” kararını Danıştay’a taşıdı. Binlerce insan, belediye ve sivil toplum örgütlerinin ortak oluşturduğu platforma başvurularını yaparak kamulaştırmaya karşı hukuki itiraz dilekçelerini sundular.
1 Nisan 2016: Başbakan Davutoğlu 124 gündür sokağa çıkma yasağının devam ettiği Sur’a geldi. Suriçi’nin yerine inşa edilecek imarlara ilişkin bir animasyon film izleterek, Sur’u Toledo gibi yapacağını söyledi.
5 Eylül 2016: Başbakan Binali Yıldırım kendisini koruyan yüzlerce özel tim ve havada uçuşan helikopterlerle eşliğinde Diyarbakır’daydı. Sur’a selam yollayarak, ‘Sur’un tarihi dokusunu gözümüz gibi koruyacağız” dedi.
2 Aralık 2016: Suriçi’nin altı mahallesindeki yasak birinci yılını doldurdu. Birkaç tarihi eser dışında bu alan neredeyse hiçbir yapı kalmadı, düz bir araziye dönüştü.
Nisan 2017: Alipaşa ve Lalebey mahallesi -Suriçi’nde yasağın olmadığı mahallelerden biri olmamasına rağmen sakinlerine ay içerisinde evlerini boşaltmaları için tebligat gitti. Yıllar önce kentsel dönüşüm projesi içine konulan bu 2 mahallede de yıkım hazırlıkları başladı.
23 Mayıs 2017: Sur’un tarihi mahallelerinden olan Alipaşa ve Lalebey mahallelerinde “kentsel dönüşüm” adı altında yıkım başladı. Alipaşa’daki aileler evlerinden çıkmamak için dirense de zorla evlerinden çıkarılmaya çalışıldı.
29 Mayıs 2017: Sur’un Alipaşa ve Lalebey mahallelerinde “kentsel dönüşüm” adı altında başlatılan yıkıma karşı, kentteki sivil toplum örgütü temsilcileri, siyasi partiler, kanaat önderleri ve ekolojistler bir araya gelerek Sur’un Yıkımına Hayır Platformu’nu kurdular.
18 Eylül 2017: Surp Giragos Ermeni Kilisesinin yağmalandığı haberleri basında yer aldı.
23 Ekim 2017: Danıştay Sur’daki yapılar için verdiği “riskli alan” ve “acele kamulaştırma” kararlarına yapılan itirazları kabul etti. Bu karara rağmen Sur’daki yıkımı durdurulmadı.
30 Kasım 2017: Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı Sur’da yaşanan yıkıma ilişkin suç duyurusunu, “soruşturmayı gerektiren suç teşkil eden bir eylem bulunmadığı” gerekçesi ile bugün reddetti.
(Bu kronoloji yazar Nurcan Baysal’ın hazırladığı kronolojiden kısaltılarak alınmıştır. Tamamı için tıklayın.)
* Bu haber Medya Araştırmaları Derneği‘nin ICFJ (International Center for Journalists-Uluslararası Gazeteciler Merkezi) işbirliğiyle yürüttüğü “Yeni Nesil Araştırmacı Gazetecilik Eğitimleri Projesi” kapsamında hazırlanmıştır.