Kayıp ve yas kavramının kamusal alanda yansımaları
Duygu Kıt
Hayatımızda sürekli var olan bir kavram olarak kayıp ve kayıbın ardından yaşanan yas kavramını 6 Şubat depreminden sonra daha sık duymaya, görmeye başladık. Yaşanan deprem felaketinin ardından toplumun kayıp ve yas tarihine bir yenisi daha eklenmiş oldu.
Travma, kolektif hafıza alanlarında çalışmalar yapan psikolog Şilan Es ile 6 Şubat’ta gerçekleşen deprem sonrası Pazarcık’taki gözlemleri üzerine ve yasın kamusal alanda yaşanma şekilleri hakkında konuştuk.
Kayıp ve yas kavramlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Deprem sonrası aile bireyleri, yakınlar, yuvalar, yaşam alanları, çalışma alanları yani yaşamsal bütünlük kaybedildi. İnsanlar; ekonomik, sosyal, ruhsal yaralar aldı. Kimi dostunu, akrabasını, kimi sığındığı, kendini var ettiği alanları kaybetti. Bu kayıplar bir yas sürecini başlatmış oldu. Kayıplar ardından tutulan yaslar belli aşamalar şeklinde kendini gösterir. Kuramsal farklılıklar barındırmakla birlikte belirli şemalar mevcuttur, bu mevcut şemalar bize yası anlamlandırmada yol gösterebilir.
Peki toplumsal travmalarda yasın ortaya çıkabilme durumu ilgili neler söylersiniz?
Yaşanan deprem ve sonrası süreçler bize göstermektedir ki fail, mağdurun kayıp anı ve sonraki süreçlerine müdahale hakkını tarihsel süreç boyunca tanık olduğumuz gibi kendinde görmektedir. Kişilerin kayıpla ilişkilenme süreçlerine müdahale, kayıp sonrası yası kamusal alanda ketlemeye dönüktür. Deprem öncesi dönemde var olan ‘’ötekilere’’ deprem süresince birçok yeni ‘’öteki’’ eklenmiştir. Doğal afetin bir felakete dönüşmesinde sorumlu olanlar; yası yaşama, ritüelleri yerine getirme, çeşitli eylemselliklerde bulunarak hak arama sürecinde olma, hukuki desteğe erişme ve faydalanma gibi pratiklere çeşitli müdahalelerde bulunmaktadır. Öyle ki; on bir yakınını depremde kaybeden bir depremzede mühendisin, helallik vermediği için işinden uzaklaştırılmasını da felaketin felaketi olarak tanımlayabiliriz.
“Mevcut koşullarda yas otorite izni kadar yaşanır”
Kamusal alanda yasaklı hale getirilen karşı çıkma, hesap sorma, yaşanan acının anlatımı, helallik vermeme gibi yasın yaşanma sürecine dahil edebileceğimiz tepkiler; toplumsal anlamda çelişkili duygulanımlar ile kendini gösterebilir. Yas otorite izni kadar yaşanır, bireylerin ve toplumların iyileşme süreçleri sekteye uğratılır. Bu süreçte yaşanan hak ihlalleri yaşanan travmatik sürecin boyutunu da değiştirir. Politik şiddet ortamında El Salvador’da ders veren ve araştırmalar yapan Martin-Baro travmayı, “Baskıcı ve sömürücü sosyal ilişkilerin insanlık dışı sonucuna dayanan sosyal sistemden kaynaklanan normal bir etki” olarak tanımlar (Martín- Baró, 2003, p. 295) ve “Travma hem kökenleri hem de yol açtığı sonuçlar nedeniyle sosyal olarak anlaşılmalıdır” der. Bu tür bir değerlendirme, travmaya maruz kalmanın mağduriyetin temelleri olarak insan hakları ihlallerini hesaba katar ve sosyopolitik bir sorunu psikopatoloji olarak sunmaz. Travmaya maruz kalmayı, mağduriyeti bu yolla tanımlamak -buna yol açan durumu belirlemek- belirtilerin Travma Sonrası Stres Bozukluk (TSSB) tanısına indirgenmesinin önüne geçer. (Lira, 1994).
Peki yaşanan travmatik durum sonrası toplumsal iyileşme ile ilgili bakış açınız nedir?
Kolektif eylemliliklerin gerçekleşmesi bahsedilen nedenlerden ötürü pratik alanda her zaman mümkün olmamaktadır. Yaşanan olağandışı durumların yönetilememesi, toplumun güvenlik ve belirsizlik ortamına sürüklenmesi, kişilerin kayıplarına ulaşamaması, yaşamı sona eren kişilerin vücut bütünlüğünün korunamaması, bir yas mekanı olarak mezarların olmayışı, müdahalelerde eksiklikler noktasında özeleştiri verilmemiş olması toplumsal iyileşme noktasında yaşanan bazı olumsuz durumlardır.
Yaslarımız ile birlikte dayanışmak ve kolektif faaliyetlerde bulunmak beraber iyileşmemize olanak sağlamaktadır. Yaşamı yeniden umutla duyumsamamıza yol açmaktadır. Ritüellerde birleşerek bir mumu beraber yakmaktır bu umut, topluca gidilen bir mezar ziyaretidir, bir nasılsın demekte ya da bir dokunuştadır.
“İnsanın iktidara karşı savaşımı, belleğin unutuşa karşı savaşımıdır” der Milan Kundera; yanan mumları ve içimizde yanmaya devam edecek olan o bir tek mumu hatırlayalım. Mumlar yanmaya devam ettikçe kayıpla olan kavgamızın sesine kulak verelim. O ses bizlerin en derin, en içten sesidir. Duyduğumuz bu ses bize yasımız ve kaybımız hakkında bilgi verecektir. Yasımızı, öfkemizi, bilcümle duygumuzu özümseyerek, doğru temelde ve kendi hızımızda anlamlandırma sürecimiz yukarıda da bahsedildiği üzere bireysel ve kolektif ögeleri içerisinde barındıracaktır. Yolculuğumuz bu minvalde anlam bulacaktır.
Şilan Es: Ege Üniversitesi Psikoloji bölümü mezunu. Şu anda çalışmalarını Dersim Belediyesi’nde devam etmekte.