Diyanetin faiz ısrarı sürüyor: Faizler ikiye ayrılır
Diyanet doğrudan açıklama yapmasa, sözünü söyleyeceği adrese yoldan değil de dolaşarak gelse faiz konusu bu kadar konuşulmazdı sanırım. Herhalde zaman yoktu, vakit dolmadan söz yerine ulaşmalıydı.
“Sosyal konut almak üzere bankadan kredi kullanırsanız bu faize girmez” diyordu Diyanet. Yaşanan bir zaruret ve ihtiyaç hali, faizi faiz olmaktan çıkarırdı o zaman. Peki, bu her durumda geçerli olabilir miydi? Diyanetin fetvasından yola çıkarsak öyle, lakin gelen tepkiler üzerine ikinci bir açıklama daha yaptı Diyanet: “Faiz haramdır ona şüphe yok, fakat burada haksız bir kazanç durumu söz konusu değil, kalbiniz ferah olsun devlet kâr etmiyor.” Savunma böyleydi.
Tepkilere gelince; ilk elden söylemek gerek ki, kitlesel halde ciddi bir tepki gelmedi bu açıklamaya. Gazetelere boy boy ilan verilmedi mesela, toplu halde basın açıklamaları yapılmadı, peşi sıra konuşma yapılacak büyük kürsüler kurulmadı sonra. Zira açıklamayı yapan iktidardan bağımsız düşünemeyeceğimiz Diyanet idi. O vakit “dinin hükmü” de olsa, en azından bu şekilde kabullenilse de, “öyle yüksek perdeden ses etmeyelim” denildi; tozlu raflardaki kitaplar çıkarıldı belki, ecdadın tarihine göz atıldı; araştırıldı, sorgulandı olabildiği kadar..
Ahali tüm bu tartışmaları yaptı çünkü ecdad da bu metottan yola çıkarak faiz sorununu çözmüş, yapılan işlemin adını değiştirerek paranın para kazanmasına caiz demişti. Üstelik bunu diyenler koca koca şeyhülislamlar, padişahlardı. Onların da dili varmıyordu “faiz caizdir” demeye fakat esasta yapılan tam da buydu.
Para vakıflarını duydunuz mu?
Osmanlı’nın önemli vakıf türlerinden biriydi bu yapılar. Bir ara vakıflar içerisindeki payı yüzde elliye kadar çıktı. Sistem şöyle işliyordu: Çoğunlukla hesaplara sığmayan paralar bir vakıf idaresi ile güvence altına giriyor sonra kredi olarak alıcılarıyla buluşuyordu. Elbette o kredileri kullanmanın bir oranı vardı; bu oran o günün şartlarında yüzde 10’lar civarındaydı. İşin ilginç yanı tekke ve türbe müntesipleri de para vakıflarını destekliyordu. Çünkü biraz önce bahsettiğimiz o faiz gelirlerinin bir kısmı da buralara gidiyordu.
Örneğin para vakıfları bir dönem yasaklandığı için Halveti dergâhı Şeyhi Bâli Efendi adeta feveran eder ve Kanuni’ye şu mektubu yazar: “Para vakıflarının gelirleriyle ayakta duran camiler, mabetler, hayır kurumları harap oldu… Vakıf gelirleriyle geçinenler perişan oldu… Para vakıfları büyük bir halk hizmeti görüyordu…” Sonrasında bu vakıflar tekrar açılır. Evet ayette hüküm vardır ve o hüküm gelenek tarafından açıkça “faiz haramdır” diye yorumlanmıştır ama vakıfların muktedir sahipleri, “ihtiyaç sahiplerini de” gördüğü için yorum yolu açılmak suretiyle hükme dokunmadan, yapılacak olan yine yapılmıştı. 16’ncı yüzyıla gelindiğinde ise banka şubeleri gibi para vakıfları açılır bir bir. Sayı binler civarındadır.
Padişahından, şeyhülislamına ve müftülerine kadar artık herkes para vakıflarına arka çıkar. Kredi muslukları sonuna kadar açılır; faiz haramdır lakin para vakıfları öyle midir? Aksini iddia edenin, konuşanın vay haline denir. Dönemin şeyhülislamlarından Kemalpaşazade’ “bu hile Allah’ı aldatmak için icad edilmiş bir muameledir” diyenlerin “ta’zır edilmeleri ve imanlarını yenilemeleri gerektiği” şeklinde bir fetva bile verir. Oysa yapılan ayan beyan faizli bir işlemdir. Gelin görün ki, imanların tazelenme işlemi, bunu yapanlara değil, itiraz edenlere çıkarılır. En nihayetinde para bir kez daha galip gelmiştir.
Dünün hikâyesi böyle. Bugün de pek farklı değil aslında. Kaldı ki, para, mülk, iktidar gibi konular, inananlarca bile dinin esas değil tali konuları gibi konuşulur çoğu zaman. Örneğin bugün Diyanet’in faiz açıklamasını konuşuyoruz ama “utangaç faiz” ile çalışan katılım bankaları ile ilgili şeri usuller Resmi Gazete’de yayınlamadı mı? Devlet açıkça ve aleni bir biçimde katılım bankalarında yapılan işlemler caizdir ve ulema bunu onaylamaktadır demedi mi? Öyle dedi ve biz biliyoruz ki katılım bankaları müşterileri ile birlikte “Müslüman dünyayı” temsil etmekte. Orada yapılan işlemler de tıpkı para vakıfları gibi kâr payı ile açıklanmakta.. O zaman rahatlıkla şunu diyebiliriz: Faizler de makbul olanlar ve olmayanlar biçiminde ikiye ayrılır. Makbul olanlar yine bankalar aracılığıyla ama bu kez isim değiştirerek dolaşıma girer.
Ali b. Ebu Talib’in “Dinin hükümlerini bilmeden ticarete kalkışan kimse defalarca faize bulaşır.” dediği rivayet edilir. Hükmün manası nedir, her tarihte uygulanabilir mi bu ayrı bir tartışma konusu. Lakin fotoğrafın bütününe işaret etmesi bakımından sözün önemli olduğunu düşünüyorum. Zira bugün emekçileri kölelik koşullarında çalıştıranlar, diktiği demir yığınları kadar para kazananlar, halkın büyük bir kesimi yoksulluk içerisinde yaşarken, zenginlikleri ile nam salanlar hâlâ “helal kazanç sahipleri” olarak görülüyor. Çünkü kurulu düzen bunu istiyor. Faizin banka türünü tartışmak ise halka kalıyor.