ÖZGÜR ÜLKE- HDP Milletvekili ve gazeteci Ahmet Şık, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu istifa kararı almaya götüren sokağa çıkma yasağı kararının perde arkasına ilişkin kulislerdeki iddiaları yazdı. Şık’a göre Soylu’ya Pelikan üzerinden
‘Saray komplosu’ kuruldu
‘Yasaktan Soylu’nun da son anda haberi oldu, kaos yaratan duyuruyu Pelikan yaptırdı!’
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun istifa kararı almasına giden sokağa çıkma yasağı ilanı hakkında edindiği kulis bilgilerini yazan HDP Milletvekili ve gazeteci Ahmet Şık, yaşananları “Saray komplosu” olarak nitelendirdi.
Soylu’ya Pelikan (Berak Albayrak) ekibi tarafından komplo kurulduğunu öne süren Şık, kararın alındığı gece yaşananları ayrıntılarıyla anlattığı yazısında, sokağa çıkma yasağı kararını Soylu’nun da geç saatte öğrendiğini belirtti. Şık, o anlara dair iddiaları şöyle paylaştı:
“İddiaya göre, saat 21:15 sıralarında önce Soylu’ya, kısa süre sonra da yardımcısı Muhterem İnce’ye ayrı ayrı telefon gelince toplantıya ara verildi. Zaten Soylu salgınla ilgili tedbirlere dair talimatlarını emniyet müdürlerine iletmiş, konuyla ilgili bakanlık basın bürosunca hazırlanan açıklama da AA’ya servis edilmişti. En yüksek mevkiden telefon geldiği sırada, Soylu 10 Nisan Polis Bayramı vesilesiyle müdürlere kutlama konuşması yapıyordu. Yaklaşık 15 dakika süren görüşmenin ardından yüzü asık bir şekilde toplantıya dönen Soylu telefonu masaya attıktan sonra, emniyet müdürlerine gece yarısından geçerli olmak üzere hafta sonu sokağa çıkma yasağı ilan edilmesi için talimat geldiğini söyledi. Yasak kararına ilişkin genelgenin hızlıca hazırlanarak kendilerine gönderileceğini belirten Soylu 21:30 sularında toplantıyı sonlandırdı.”
Yazısının devamında kaos yaratan kararın duyurusu hakkında ifadeler kullanan Şık, “Buradan sonra yaşananlar gerçekten ilginç. Soylu ve ekibi gece yarısı başlayacak olan ve bir an önce duyurulması gereken karara ilişkin genelgeyi hazırladığı sırada, sokağa çıkma yasağı TRT Haber tarafından “Son Dakika” anonsuyla duyuruldu.” dedi.
Pelikancılara işaret ederek yazısına devam eden Şık, “TRT Haber’e bilgiyi kimin sızdırdığı da paniğe yol açan haberin “Son dakika” anonsuyla yayına sokulması talimatının kimden gittiği de şimdilik herkesin bildiği bir sır olarak fısıltıyla konuşuluyor. Kesin bir isim vermekten kaçınılsa da, TRT’nin başındaki 1 ve 2 numaralı yöneticilerin Bilal Erdoğan’ın Kartal İmam Hatip Lisesi’nden yakın arkadaşları olduğuna vurgu yapılıyor” diye yazdı.
Şık, “Bilgi veren kaynaklar, sokağa çıkma yasağından o an için sadece dört kişinin haberi olduğunu söylüyor: Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, İçişleri Bakanı Soylu ve yardımcısı Muhterem İnce” dedi.
Ahmet Şık’ın, birartibir.org’da yayımlanan yazısının tamamı şöyle:
AKP iktidarının uzun zamandır başarıyla uyguladığı kutuplaştırma siyasetinin bir sonucu olarak, seçmen tercihlerinde, hangi siyasetçinin sevildiği değil, sevilmediği belirleyici unsur oluyor. Bu anlayışa sahip seçmenin çokluğu ve iktidarın sıradanlaştırıp yaygınlaştırdığı lumpenliğin muhalefet cenahında da hatırı sayılır bir yer edinmesi nedeniyle, bir siyasetçi aynı saiklerle seviliyor ya da kendisinden nefret ediliyor. Bu nedenle, hemen hemen bütün anketlerde, halk/seçmen nezdinde “Saray kabinesinin en çok sevilen ve en çok nefret edilen kişisi kim?” sorusunun yanıtı hiç sekmeden İçişleri Bakanı Süleyman Soylu çıkıyor. Seveninin de, nefret edeninin de duygularına yön veren saikin hem ideolojik hem de hukuk ve demokrasiyi kavrayış ve anlayış biçimi ile bu alandaki sorunların kavramsallaştırılmasındaki farklılık olduğu da kesinlikle söylenebilir.
Hırsızlıkla suçlayıp “Hesap sormazsam namerdim” diyecek derecede düşmanıyken bir neferine dönüştüğü AKP içinde “Soylu’yu sevenlerin oranı bu kadar yüksek midir?” sorusuna aynı kesinlikle hayır demek mümkün. Sayıları giderek azalmış olsa da, yıllarını Milli Görüş geleneği içinde geçirmiş ve AKP’de mevcudiyetini koruyanların nezdinde Soylu, AKP treninin vagonuna son anda asılarak binen ve makam elde eden biri. Partiyi değil, kişisel menfaatlerini ve siyasi kariyerini önceleyen bir karakter. Bu nedenle de sevilmiyor.
Ancak, bu görüştekilerin gözden kaçırdığı, AKP’nin çok uzun zamandır tam da Soylu’nun sevilmeme nedenleriyle varlığını sürdüren bir partiye dönüşmüş olması. AKP’nin hükümet olmanın yanısıra devletin de sahiplerinden biri haline dönüşmesinde yadsınamaz katkıları olan eski iktidar/suç ortağı Gülen Cemaati ile yaşadığı kopuş ve büyüyen savaşının 15 Temmuz’la sonuçlanmasının ardından, partinin iktidardaki fiili varlığını başka türlü sürdürmesi de mümkün değildi zaten.
Bununla beraber, AKP her ne kadar “tek başına iktidar” görüntüsü çizse de, yola çıktığı andan itibaren koalisyonlarla iktidarda kalabilmiş bir parti. Kendisine iktidar yolunu açan 2002 Kasım seçiminde de, devamında da “iç koalisyon geleneği” değişmedi. Kronolojiyi hatırlayalım: Önce, farklı gelenek ve çizgilerden gelen siyasetçilerin vitrine yerleştirilmesiyle girilen 2002 seçimiyle birlikte, çeşitli tarikat ve cemaatlerin de yer aldığı parti içi koalisyon. 2007 seçiminden sonra, uzun süre suç ortaklığı da yapacağı Gülen Cemaati ile koalisyon. 2011’de, aralarındaki çatlaklara rağmen, Cemaat ile yürütülen koalisyonun sürdürülmesi ve ayrışma dönemi. Meclis çoğunluğunu yitirmesine neden olan 7 Haziran 2015 seçimlerinin savaş siyasetiyle yenilenmesi sonrası, 1 Kasım seçimleriyle beraber rotanın milliyetçiliğe çevrilmesi ve ardından gelen 15 Temmuz sonrası, 2016’dan itibaren, milliyetçi/ulusalcı çevreleri örtülü olarak iktidara ortak eden koalisyon. Ve rejim değişikliğiyle beraber, 2018 seçimlerine birlikte girdiği milliyetçi/ulusalcı yapıların açık biçimde koalisyon ortağı olması.
LİYAKAT DEĞİL, BİAT REJİMİ
Erdoğan, 15 Temmuz’un ardından ortaya çıkan Cemaat nefretini, kendini ve partisini aklamanın yanısıra, hayalini kurduğu tek adam rejiminin inşasının temel aracı olarak da kullandı. Bu süreçte, Erdoğan’ın birlikte yola çıktığı, “özgül ağırlığı” olan isimler de çok daha önceden başlayan parti içi tasfiyelerin hız kazanmasıyla birer ikişer partiden uzaklaştırıldı. Erdoğan’ın liderliğindeki Saray rejiminin ülkede demokrasi varmış görüntüsü sunmasının bir aracı olmaktan öteye gitmeyen AKP’de yer bulabilmenin artık tek koşulu vardı: “Reis”e biat etmek. Saray’da çeşitli sıfatlarla danışmanlıktan kabinede bakanlığa, milletvekilliğinden belediye başkanlığına ve hatta il teşkilatlarının yöneticiliğine kadar tercihlerde liyakat değil, biat geçerli koşul oldu.
Rejimin adı Saray olunca, yönetim kademesinde yer almanın yolu da hanedan ferdi olmaktan, bu değilse de aileye yakın olmaktan geçiyordu. Hal böyle olunca, AKP’nin kökü olan Milli Görüş geleneğinden gelen az sayıdaki ismin yanısıra, çeşitli güç odaklarına mensubiyetleriyle öne çıkan başkaları da peyda oldu. Dolayısıyla, yekpare bir AKP’den söz etmek hem mümkün, hem değil.
Mümkün, çünkü AKP’yi bir arada tutan kuvvetli tutkalın adı iyice kabaran “dosyalar”. Parti yönetiminden devlet bürokrasisine, sermaye ve medya gruplarına kadar Saray rejimi etrafında kenetlenenler birbirinin defolarını ve iktidarın yitirilmesi durumunda başlarına gelecekleri bildiği için de tek parçalı bir görüntü ortaya çıkıyor.
Bu yanıltıcı tek parça görüntüsünün ardında kimler ya da hangi gruplar var bakalım:
► Erdoğan hanedanlığı,
► Hanedanlığın fertleriyle yakın ilişkilere sahip Pelikan ekibi,
► Son dönemde Pelikan ile çatışma halinde olan Adalet Bakanı Abdülhamit Gül çevresinde biriken Milli Görüş geleneğinin temsilcileri ve geçmişte Esad Coşan önderliğinde Milli Görüş geleneğinden kopan Hakyolcular,
► Yargı, emniyet, eğitim, sağlık başta olmak üzere devlet bürokrasisi aralarında pay edilerek örgütlenmelerinin önü açılan başta Menzilciler, Süleymancılar olmak üzere irili ufaklı tarikat ve cemaatlerden oluşan kanat.
AKP içindeki ana gövdelerini bu şekilde sınıflandırabileceğimiz güç odaklarına dışarıdan ekleyebileceğimiz iki grup daha var. AKP’den tasfiye edilen birçok ismin içinde yer aldığı, Abdullah Gül destekli Ali Babacan’ın Deva Partisi ve Pelikan darbesiyle koltuğundan olan eski başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Gelecek Partisi olası bir kırılma halinde adres arayışına girecek AKP seçmenini saflarına çağıracak güçler olarak şu an beklemede. Bir diğer grup ise, çeşitli siyasal anlayışlardan gelmelerine rağmen, taktiksel ve bireysel çıkarları için dönem koşullarının yarattığı fırsatlardan faydalanmak gayesiyle muhafazakâr rolü oynayanlar. Ancak, bunların parti içinde bir güç odağı olmaları ya da hanedanlığa etki edebilmeleri ihtimal dahilinde değil.
YENİ BİR GÜÇ ODAĞI OLARAK SÜLEYMAN SOYLU
Parti içinde ve Saray odaklı siyasette az ya da çok etkiye sahip birer güç merkezi olarak duran ilk dört odağın yanında, yönetim nezdinde değil ama, taban desteğiyle bir beşinci güç merkezi adayı olarak artık Süleyman Soylu’yu da saymak mümkün. Soylu istifa restiyle tabandaki karşılığına ilişkin kamuoyu yoklaması yaptırmakla kalmadı, kendisine sahip çıkanların Saray üzerinde kurduğu baskıyı da görünür kıldı. Ancak, Soylu’nun tabandaki karşılığını AKP’nin dayandığı İslâmcı ideolojiden değil, milliyetçilikten aldığını söylemek yanlış olmaz.
2015’ten bu yana hem içeride hem de dışarıda savaş siyasetiyle iktidardaki ömrünü uzatmaya çalışan Saray rejiminin sürekli bir düşman algısıyla konsolide etmeye çalıştığı kitlesi için İslâmcılıktan ziyade milliyetçilik daha baskın bir hale geldi. Türkiye’de milliyetçiliğin tescilli markası MHP ile ve ulusalcı cenahla girilen ortaklık da bu damarı beslemeye devam etti. Ayrıca, zaten MHP AKP’den kopan seçmenin ikinci partisi haline döndü. Seçmenin bu ideolojik dönüşümünü ya da öze dönüşünü temsil eden en önemli figür ise, sürekli savaş hali konseptinin işgal ettiği koltuğun da önünü açmasıyla Süleyman Soylu oldu.
Erdoğan sonrasında AKP’nin başına kimin geçeceğiyle ilgili olarak, Soylu da dahil olmak üzere, çeşitli isimler ortaya atılıyor. Hanedanlığa ve Pelikan’a yakın kişi ve gazeteciler tarafından son zamanlarda en sık telaffuz edilen isim ise Berat Albayrak. Ne var ki, Erdoğan gibi güçlü bir lider sonrasında damat Albayrak AKP’yi taşıyacak kişi olabilir mi sorusuna “hayır” diyenler ezici çoğunlukta.
AKP içinde bu konuyla ilgili yapılan tüm temayül yoklamalarında Albayrak’ın son sıralarda yer aldığı dışarıya sızdırılan bilgiler arasında. Albayrak ve çevresi dört ayrı güç odağından en az birini temsil etse de, yarım asırdan fazladır Türkiye siyasetinde varlığını koruyan bir geleneğin devamı olarak görülen AKP’nin Erdoğan sonrasında da aile şirketi olarak kalmasına izin vermeyeceklerin sayısı hayli kabarık.
Bazı anket şirketlerinin konuyla ilgili yaptığı araştırmalarda Albayrak’ın son sıraya demir attığı görülürken, Soylu’nun üst sıralarda olması AKP tabanında yarattığı karşılığın kanıtı. Metropoll Araştırma Şirketi’nin 10 Aralık 2019 tarihli çalışmasına göre, Erdoğan dışında başka bir AKP lideri düşünebilenlerin yüzde 17’si İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun adını telaffuz ederken, Berat Albayrak diyenlerin oranı yüzde 8.
Artıbir Araştırma Şirketi tarafından yapılan araştırmada da, “Erdoğan’dan sonra AK Parti’nin lideri kim olacak?” sorusuna, ankete katılanların yüzde 63,2 gibi büyük bir çoğunluğu konuyla ilgili fikrinin olmadığını söyledi. Yanıt verenler arasında Soylu yüzde 13’lük oranı yakalarken, eski başbakan Binali Yıldırım yüzde 5,7’de kaldı. Berat Albayrak’ın yer almadığı listede Numan Kurtulmuş yüzde 0,9, Bülent Arınç ise yüzde 0,3 oy aldı.
Kamusal alandaki varlığını daha da genişleterek Türkiye siyasetinde kalıcı olmaya çalışan Soylu’nun AKP’nin lideri olma isteği var mıdır, bilmiyoruz. Ancak, bulunduğu makamla yetinmeyeceği söylenebilir. Hanedanlık ve onun bayraktarlığını üstlenen Pelikan da bunun farkında. Elbette Erdoğan da. Zaten Soylu lider kimlik yaratma inşasını gizliden değil, göze sokarak yapıyor. Günde üç-beş kenti ziyaret etmek, çeşitli etkinliklerle sürekli göz önünde olmak, her fırsatta medyada kendini göstermek, ne kadar çok çalıştığını kanıtlamaya çalışmak ve bunların hepsini “millet ve devlet için” yaptığı algısını yaratma çabasında olan sadece iki siyasetçi var: Erdoğan ve Soylu.
Soylu her fırsatta, hatta son krizde de Erdoğan’a ne kadar bağlı olduğunu göstermeye çalıştı. Erdoğan’ı doğrudan karşısına alması durumunda üzerindeki halenin dağılacağını bildiğinden bu anlaşılır bir kurnazlık. Erdoğan sonrasında Türkiye siyasetinin yeniden şekilleneceğini bilen Soylu, haliyle kendine genişçe bir alan açmaya çalışıyor. Anketlerde ortaya çıkan lider adaylığının gerçekleşmesini istiyor. Bunun için de her daim ortalıkta. Lider kimlik yaratma inşasını göze sokarak yaptığı iddiamızı kanıtlar mı, bilemem ama, Süleyman Soylu’nun twitter hesabı iyi bir arşiv sunuyor. Erdoğan ne zaman sahne alsa Soylu’nun da bir şekilde kendini göstermeye çalıştığına dair sadece şubat ve mart aylarından onlarca örnek gösterilebilir.
Soylu’nun parti içindeki yükselişi ne kadar uzun erimli olacak ve nereye kadar devam edecek, izleyeceğiz. Milliyetçi taban desteğiyle şimdilik bir odak olarak belirmesine rağmen, kalıcı bir güç merkezi olup olmayacağını ise, aralarındaki dövüşün son raundunu kaybetmiş görünen Pelikan’ın kuracağı yeni oyunu ya da bağlılık tiradı sahnelerken aslında otoritesinin zırhını deldiği Erdoğan’ın nereye kadar sınır çizdiğini gördüğümüzde anlayacağız. Ancak, Erdoğan’ın gelecek planları içinde Soylu’ya yer olmadığını söylemek yanlış olmaz.
Bu yüzden, Soylu’nun adı etrafında yaşanan son krizde tanık olduklarımızın hiçbiri tesadüf olmadığı gibi, Erdoğan’dan habersiz de gerçekleşmedi. Bir yanda Berat Albayrak, öte yanda AKP trenine sonradan binmiş Soylu’nun olduğu bir denklemde, Erdoğan damadını ezdirmek pahasına bir karar almak zorunda kaldı. Bu mecburiyetin belirleyicisi, Soylu’ya yönelik olarak sosyal medyada ortaya çıkan taban desteği olduğu kadar, Erdoğan’a kimlerin telefon açıp neler söylediği.
Sözünü ettiğimiz son krizin iktidar bloku içinde kazananı yok. Soylu’nun elde ettiği geçici bir zafer. Geçmişteki örneklere bakarak bir tahminde bulunmak gerekirse, Saray rejiminin ömrü yeterse, Soylu içişleri bakanlığı makamında tutularak itibarsızlaştırıldıktan sonra, Erdoğan tarafından kellesi alınacaklar arasında ilk sırada. Burada, Soylu adına değil, tüm toplum adına endişelenmemiz gereken şey bu itibarsızlaştırmanın nasıl olacağı.
TEKMİLİ BİRDEN SOYLU KRİZİ
Geçtiğimiz hafta sonu, iktidar içi çatışmalardan bir yenisine, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya sonradan Erdoğan’ın müdahalesiyle geri aldığı istifa açıklamasını yaptırtan bir Saray komplosuna tanık olduk. İktidar cenahında depreme neden olan, sokağa çıkma yasağının rezalete dönüştüğü 10 Nisan gecesinin kuvvetli artçı sarsıntılarından biriydi. Soylu’nun istifasının engellenmesinden sonra yetkili ağızlardan yapılan açıklamalara ve sosyal medya trollerinin bol küfürlü mesajlarıyla yaygınlaştırılan söyleme bakılırsa, iktidarın bu sarsıntıyı hasarsız atlattığına inanmamız gerekiyor.
Soylu, toplum nezdinde sevildiği kadar nefret öznesi de olan bir siyasetçi. Haliyle, istifasını açıklaması da, sosyal medyada tanık olduğumuz üzere, aynı anda hem üzüntü hem sevinç dalgasına neden oldu. Ancak, günün sonunda Soylu’nun görevde kalacağının açıklanmasıyla birlikte sosyal medya muhalifleri, işvereni iktidar olan trollerin yaydığı zafer havası karşısında yenilmişlik duygusunun hâkimiyetinde yine karamsarlığa kapılmakta gecikmedi. Dahası, kriz başladığı anda dolaşıma giren, iktidar içi çatışmanın ortaya çıkardığı sarsıntının önceden planlanmış “bir temsil olduğu” tezi, kriz nihayete erdiğinde hayli alıcı bulmuştu. Hâlâ da öyle.
TİYATRO BENZETMESİ
Bu teze göre, kabaca, sokağa çıkma yasağının doğurduğu rezaletle beraber salgınla mücadeledeki yetersizliği iyice ayyuka çıkan iktidar, bir mizansen hazırlamıştı. Yasak kararıyla doğan rezaletin sorumlularından olan İçişleri Bakanı Soylu AKP iktidarı boyunca örneği görülmemiş bir sorumluluk duygusuyla istifa edecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan istifayı kabul etmeyerek Soylu’ya sahip çıktığını gösterecek. Böylece hem gündem değişecek hem de herkes temizlenecek… Her krizde iktidara, Saray aklına sahip olmadığı/olamayacağı bir güç atfetmek anlamına gelen bu tezlerin avunma, öfke yatıştırma dışında bir karşılığı olmadığını söylememe izin verin.
Soylu’yu kahramanlaştıran ve temsil ettiği odaklarla birlikte kendisini daha güçlü kılan, hanedan damadını ve dolayısıyla Pelikan’ı güçsüzleştiren, Erdoğan’ı yüceltmesine rağmen kadir-i mutlak sanılan otoritesini sarsan böyle bir senaryo inandırıcı değil. Ortaya çıkan kaosun ve yarattığı hasarın karşılığında elde edilenin, halen süren ve temenni etmeyiz ama, görünen o ki daha da ağırlaşacak olan bir salgın hastalıkla mücadeledeki zaaflara dair geçici bir imaj temizliği olduğunu göz önünde bulundurursak, bu hiç rasyonel değil.
Tekrarlanan 7 Haziran 2015 seçimiyle birlikte meşruiyetini yitirmiş, içeride ve dışarıda savaş siyasetiyle iktidardaki ömrünü uzatmaya çalışan bir hanedanlıktır karşımızdaki. Hanedanlık sultasının kendisinde olmayan bir güce sahip olduğu yanılgısını besleyen her tez gerçeği görmemizi engelliyor. Gerçek olan, meşruiyet yitimiyle birlikte Saray’ın içinde bulunduğu ve gizlemeyi başaramadığı yönetme becerisi eksikliğinin ve parti içindeki çatlakların derinleşmesinin güçlü bir ihtimal olarak bizzat sahiplerince de görüldüğüdür.
Olası kırılmanın nelere yol açacağını Saray’dan kabineye, Meclis’ten belediye başkanlarına, trollerden bir kenara atılanlara dek en iyi bilenler de yine kendileri. Artık hükmü kalmamış, azledilmiş belediye başkanı Melih Gökçek’i twitter hesabından yalvartan da aynı korku. En tepeden en aşağıdakine kadar iktidar cenahının ruh halinin yansıması Gökçek’te tecessüm ediyor: Belirsizliğin yarattığı tekinsizlik, korku, hak etmeden elde edilenlerin geri alınacağı kaygısı.
“BÜTÜN KİRLİ PAZARLIKLAR ORTADA”
Peki, cuma gecesi de dahil olmak üzere hafta sonu neler oldu? Yaşananların / tanık olduklarımızın kısa özeti şöyle:
Sokağa çıkma yasağını rezalete dönüştüren bir beceriksizlik.
Bu beceriksizliğin daha da görünür kıldığı salgınla mücadelede yetersizlik.
Paniğe kapılarak alışverişe çıkanları üst-orta sınıf kibriyle rezaletin sorumlusu ilan etme. Ve böylece beceriksizlik ve yetersizliğe ve dahi rezalete dair eleştirilerin doğru adres olan Saray’a yönelmesini engelleme.
Rezaleti fırsata çevirmeye çalışan iktidar içi kliklerden birinin kelle almaya çalışması.
İktidar içi çatışmanın sonucu olarak gelen bir istifa hamlesi.
İktidar ve partisi içindeki çatlağın kırılmaya dönüşmesini engellemek için otoritesinin sarsılmasını göze alarak istifayı kabul etmemek zorunda kalan bir tek adam.
İstifa edenin görevine devam edeceğini açıklaması.
Ve birdenbire her şeyin normal seyrine dönmesi!
Özetin özetini ise, yıllardır yurtdışında yaşayan bir meslektaşımız sosyal medya hesabında yazdığı iki ayrı iletiyle yaptı: “Türkiye dışarıdan bakıldığında çok güzel görünüyor… Her şey çok şeffaf. Bütün kirli pazarlıklar ortada.”
“Herkesin evde tutmakta zorlandığı bir yüzde ellisi varmış.”
10 Nisan rezaletinin başlattığı kriz ve pazar gecesi yarattığı sarsıntıya dair tarafların sızdırdıklarından başka bir şey bilmiyoruz. Her biri iktidarın önünde diz çökmüş medya unsurları üzerinden bilgiye erişmek, önceki krizlerdeki gibi, mümkün olmadı. Olayın sıcaklığıyla birlikte, sosyal medya araçlarından doğru ya da yanlış bilgi akmaya, yorumlar gelmeye başladı.
Ankara kulislerinden dedikodu aktaranlar arasında ben de vardım. Kanaatim, Erdoğan’ın istifayı kabul edeceği yönündeydi. Soylu’nun istifasını Erdoğan’ın bizzat istediği iddialarının yanısıra, hanedanlığın damadı Berat Albayrak’la girişilen güç savaşında tercihin aileden yana kullanılacağını düşündüm. Ortaya çıkan sonuca bakarak yanıldığımı söylemeliyim. Her ne olursa olsun, kaybeden iktidar cenahı –bu sarsıntı geri dönülmez bir hasar bıraktı. Muhtemel hasarlardan hangisinin daha yıkıcı olacağına dair hesaplar Erdoğan’a bu tercihi yaptırmak zorunda kaldı.